22 Nisan 2014 Salı

Datça büklerine yolculuk..

Datça'yı anlatmaya Eski Datça ile başlamıştık.. Şimdi koylarına bir yolculuk yapacağız.. Yarımada da 50 ye yakın irili ufaklı koy bulunuyor. Bunların bir kısmına karadan ulaşılabildiği gibi bir kısmına da denizden teknelerle ulaşmak mümkün.. Biz deniz delisi olduğumuz için yeni Datça diye adlandırılan merkeze inmedik ve direksiyonu büklere kırdık.. Koyları muhteşem güzellikte.. Yol kıvrımlı, dar, yolun aşağısı uçurum :) ama mü-kem-mel!! Zaten böyle bir yolda hızlı gitmek mümkün değil.. Yavaş yavaş, manzarayı içinize sindire sindire gidin mutlaka.. Her dönemeçte ayrı güzellikte bir koy karşılıyor sizi.. Aklımıza not ettiğimiz bir sürü güzellik var ve mutlaka onlar için geri geleceğiz. Yıllık izinlerimiz böyle 1-2 hafta olduğu için her yeri detaylı gezemiyoruz maalesef. Her gittiğimiz yerde mutlaka bir dahakine diye not tuttuğumuz yerler oluyor.. Onları da ileride yapacağımız gezilere saklıyoruz. Önce Hayıtbükü’ne ulaşıyoruz. Ancak burası bize çok kalabalık geliyor ve yola devam ediyoruz.. Karşımızda Ovabükü.. Hemen arabayı park edip burada denize girmeye karar veriyoruz. Oldukça sakin ve serinlemek için iyi bir seçenek.. Ne de olsa sabahtan beri geziyoruz ve hava oldukça sıcak.. Serinlemeye ihtiyacımız vardı, hemde çook :)
Deniz gittiğimizde biraz dalgalıydı. Kum arıyorsanız burası sizin için iyi bir alternatif değil çünkü deniz taşlık. Ve derin.. Ama deniz pırıl pırıl ve dalgalı olmasına rağmen dibi gözüküyor :)
Burada dinlenip yemek yiyebileceğiniz, şezlong ve şemsiye kiralayabileceğiniz tesisler mevcut.
Denize girip serinledik, dinlendik.. Artık diğer koylara doğru yol alma vaktimiz geldi.. Günün sonunda Knidos'ta olmamız lazım.. Ancak yol o kadar güzel bir yol ki her dönemeçten sonra çok güzel manzaralarla karşılaşıyoruz,bu da hızlı yol almamızı engelliyor..
Zaman daralıyor, daralıyor.. Her koyda durmak istiyor insan ama her seferinde acaba ilerisi nasıl diye düşündüğümüzden yavaş yavaş ilerlemeye devam ediyoruz.. Şu güzelliğe bakar mısınız?
Veeee işte burası… Hala aklımda ve içimde kalan yer.. Ve sonradan düşündüğümde burada durmamış olmanın bir artısı olduğunu anlıyorum.. Şimdilik aklıma kazındı ama ileride burada olacağım.. Teselli mi? Hayır.. Çünkü burayı görüp yaşamadan ölmeyeceğim, ölmemeliyim :)
Az ileride Palamutbükü.. Denize girmek için önceden karar verdiğimiz yere varıyoruz..
Burası da ayrı bir güzel..
Burada yine kedilerden bahsedeceğim ama insanlarla çok fazla içli dışlılar.. Onlar heryerdeler!! Rahatlıkla birini yanınıza çağırıp sevebiliyorsunuz :) Siz çağırmasanız da onlar sırnaşıyorlar zaten.. Kedileri sevenlere de sevmeyenlere de duyrulur.. Öyle ki güneşlenirken dibinizde bitiveriyolar. Şahsen ben bu durumdan hiç şikayetçi değildim. Hatta fazlasıyla mutluydum bile.. Kendilerini sevdirip sizinle işleri bitince arkalarına bile bakmadan gidiyorlar.. Dip not olarak aktaralım..
Bu kadar mola yeter. İstikamet Knidos.. Biz pek severiz antik kentleri gezmeyi.. Eskiden buralarda kimler yaşamış, neler yapmış hayal ederiz.İşte Knidos yolları.. Virajlara devam.
Ve sonunda varıyoruz.. Girişi oldukça hoş geliyor gözümüze. Deniz kıyısında kurulmuş. Bilim, mimarlık ve sanatta oldukça ileri düzeydelermiş.Dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos burada yaşamış. Zamanın en büyük ikinci tıp okulu da buradaymış.
Ören yerinin en güzel noktası, her iki limana hakim konumdaki Afrodit tapınağı imiş.Yuvarlak planlı tapınağın çapı 17 metreymiş. Afrodit heykeli tapınağın ortasındaymış.. Kapılar heykele açılıyormuş.. Peki şu an orada mı? Ne yazık ki değil.. Ne olduğuna dair kimse hiçbirşey bilmiyor.. Tek bilinen heykel o kadar güzelmiş ki başka diyarlardan insanlar sırf bu heykel için Knidos’a gelirmiş.. Ve insanlar bu heykeli görebilmek için birbiri ile yarışırmış.Şimdi heykelin sadece kaidesi görülüyor. Burasının en büyük özelliklerinden biri de sağı Ege denizi, solu Akdeniz.. İkisini birbirinden ayıran en uç nokta.. Bunların dışında yine ne yazık ki kent bayaa harabe durumda.. Beklentileri karşılayamıyor.
en sağlam yapı tiyatro, sonrası hep böyle..
Buradan denize girmemizi önermişlerdi. Bize başka birşey önerilemez zaten :) Ancak şansımıza hava inanılmaz rüzgarlıydı dolayısıyla deniz dış kesimde fazla dalgalı iç kesimde ise bulanıktı. Ancak kent çok harap olsa da resim çekmeyi sevenler çok güzel kareler yakalayabilirler..
Uç kısımda tepede aşağıdaki resimde gözüken bir fener var. Akşam saatlerinde bu fenere yürüyüş yapabilirsiniz. Biraz meşakatli bir yolu var. Biz aşırı rüzgardan dolayı göze alamadık. Ama tekrar geldiğimizde yapacaklarımız listesinde yerini aldı.. Eminim manzarası da oldukça etkileyicidir.
Artık bizim için veda zamanı.. Zaman bir hayli geçti,gün batıyor.. Gönlümüz güneş batana kadar burada kalmakta ancak yolumuz uzun. Marmarise dönmemiz gerekiyor ve karanlıkta dar ve virajlı yollarda olmak istemiyoruz. Tüm bu gezilerimizin dışında bahsetmeden geçemeyeceğim birşey daha var. Badem :) Çünkü Datça ile özdeşleşen, yerel halkın önemli geçim kaynaklarından biri.. Bununla bağlantılı olarak geçen yıl 8. si düzenlenen Datça Altın Badem film ödülleri yapılıyor. Meraklılarına duyrulur :) Gelinip görülmesi vee uzuun süre kalınıp keşfedilmesi gereken bir yer Datça.. Biz bu sene zamansızlıktan bir gün ayırabildik. Buraya geldiğinizde kelimelerin ne kadar yetersiz kaldığını anlayacak ve bana hak vereceksiniz..

Datça'nın havasını solumak..

Datça.. Duyduğum zaman bile beni hayallere daldıran, aklıma hemen taş evleri,değirmenleri, dar sokakları, rengarenk çiçekleri geliyor.. Sonrasında “burası gerçek mi?” diye kendi içsel sorgulamamı yaptırıyor :) “Tanrı çok sevdiği kulunu uzun ömürlü olması için Datça yarımadasına gönderir” demiş zat-ı muhterem.. Hatta Datça ile ilgili çeşitli efsaneler var. Bunlardan biri şöyle anlatılıyor; Çook çok eski zamanlarda Datça açıklarından geçen İspanyol korsanlar gemide bulunan cüzzam hastalarını Datça kıyılarına bırakıp ölüme terketmişler.. Ancak Datça’nın o eşsiz havası,suyu hastalıklarına iyi gelmiş ve hepsi burada iyileşmişler..Yine rivayete göre Emecik köyüne yerleşip burada kendilerine yeni bir hayat kurmuşlar. Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama insan burada gerçek anlamda yenilendiğini hissediyor. Eski Datça’ya adımınızı atar atmaz bambaşka bir dünya karşılıyor sizi.. İlk farkettiğiniz ya da benim ilk farkettiğim havası.. Hani mis gibi derler ya.. Aynen öyle. Buraya hapsolsam bir daha hiç ayrılmasam duygusu yarattı içimde..
Sokaklarda önce sağlı sollu el ürünlerinin sergilendiği tezgahlar karşılıyor. Ve direkt dikkatimi çeken bu sevimli elektrik kutusu :)
Sonrasında dar sokaklar. Bazı sokaklardaki ağaçlar gökyüzünü görmenizi engellercesine üzerinizi örtüyor.
Evler o kadar güzel ki.. Birden karşınıza Can Yücel’in evi çıkıyor.. Ev 1 yıl boyunca kapalı duruyor ve senede sadece bir gün 12 ağustosta ziyarete açılıyor. Yani ölüm yıldönümünde.. Biz gittiğimizde ev kapalıydı, sadece kapısını görüntüleyebildim.
VASİYETNAME Beni kuzum Datça’ya gömün Geçin Ankara’yı İstanbul’u! Oralar ağzına kadar dolu Alabildiğine de pahalı Örneğin Zincirlikuyu’da Bir mezar 750 milyona, Burası nispeten ucuzluk Ortada kalma tehlikesi de yok Hayır dua da istemez Dediğim gibi beni Datça’ya gömün Şu deniz gören mezarlığın orda, Gömü sanıp deşerlerse karışmam ona..
Can Yücel’in evinden ayrılıp sokakları gezmeye devam ediyoruz. İnsan sindirerek gezmek istiyor burayı.. Her köşede ayrı bir güzellik barındırıyor içinde.. hapsolmak ve hiç ayrılmamak istiyorsunuz. Bizim gibi kalabalık ve trafikten bıkmış biri iseniz eğer, burası tam size göre..
Eski Datça’ya veda etmeye hazırlanırken sağ tarafta bir kahve ilişiyor gözümüze.. Burada bir kahve içip sonra yola çıkalım diyoruz. İçeride bizi Can baba karşılıyor yeniden.. Burası onun her zaman geldiği kahve imiş. Sahibi ile de iyi arkadaşlarmış.. Burada yarım kalan şarabı ve kullandığı bardağı sergileniyor. Kahvenin sıcak bir havası var. Temiz ve güleryüzle karşılanıyorsunuz. Fiyatları da oldukça makul..
Yeni Datça'ya gitmeye fırsatımız olmadı.. Onu başka bir zamana erteledik.. Malum bu kadar gezdik, artık denizin tadını çıkartma zamanı.. Aracımızı Datça'nın muhteşem olduğunu düşündüğümüz koylarına doğru sürmeye başladık.. Ama o da ayrı bir yazı konusu.. Ruhunuzu yenileyebileceğiniz bir yer Datça.. arnavut kaldırımlı ve çiçeklerle bezeli dar sokakları, kuş cıvıltıları,sessizlik arıyorsanız doğru yerdesiniz.. Gelmelisiniz ;)